Etiketler
Yanaklarım al al olmuş, kışın ortasında olanca cömertliğiyle parlayan güneş ve Kazdağı’nın mis gibi havası yüzünden. Küçükkuyu yakınlarında bir köydeyim; Kazdağı’na yaslanan evleriyle, zeytinlik denizinin ortasında varlığını sessiz sakin sürdüren küçük bir Türkmen köyü burası. Ocak ayı olmasına rağmen iklim değişikliği sebebiyle hava öylesine sıcak ki zeytinlerini toplayan köylüler rahatça çalışıyorlar; ben ise yaklaşık iki saattir güneşte bir kedi gibi huzurlu bir şekilde oturmuş etrafımdaki güzellikleri içime alıyorum, hafızama kaydediyorum ki buradan ayrıldığımda dahi bu huzurun izleri bende kalsın. Hayat acelesiz, tüm coşkusuyla deviniyor etrafımda: oyuncu serçeler bir ağaçtan ötekine uçuşuyorlar, yakınlardaki bir tepeden zeytin toplayanların seslerini taşıyor rüzgar kulağıma, toprağın nefes alışını hissediyorum. Sessiz bir şahidim, bakmaya doyamıyorum, her nefeste kalbimin sevgiyle ve coşkuyla büyümesine engel olamıyorum, engel olmak da istemiyorum zaten. Kah gözümü kapayıp derin nefes alıyorum, kah yakındaki, uzaktaki herşeyi, her varlığı inceleyip yaradılışın mucizesiyle sarhoş oluyorum. Öyle bereketli, öyle güzel ki bu topraklar, Anadolu’nun bu cennet köşesi, şansıma, şansımıza şükrediyorum.
Ben Anadolu’nun nimetlerine şükrededurayım, bulunduğum noktaya çok uzak olmayan bir yerlerde Kazdağı’nın böğrüne büyük iş makinalarıyla delikler açılıyor, derinlerden çıkarılan numunelerde altın aranıyor. Daha uzaklarda, binlerce yıldır özgür akan ve aktığı vadilere, ovalara hayat veren nehirlerin önü kesiliyor, Anadalu’nun can suyu, daha çok tüketim, daha çok enerji diye can çekişen bir sisteme kurban edilmek isteniyor. Daha da uzaklarda binlerce yıllık bir kültürel mirasımız, dünyada bir eşi olmayan Hasankeyf, baraj suları altında bırakılmakla tehdit ediliyor, hem de çamurla üstü kapatılan Allianoi’un acısı hala yürekleremizde taptazeyken. İstanbul’un sonu gelmez trafiğini rahatlatacağı iddiasıyla, yine bir günü kurtar örneği çözüm olarak 3. köprünün temelleri binlerce ağacı ve İstanbul’a hayat veren bir ekosistemi yok etmek pahasına atılıyor. Ya Akdeniz ve Karadeniz kıyılarına yapılmak istenen nükleer santrallere ne demeli?
Bu ülkede neler oluyor böyle? İnsan, bu yıkımın ve bilinçsiz, kısa dönem kar amaçlı bu katliamların karşısında şaşkına dönüyor, ne yapacağını bilemiyor. Hatta benim kadar duygusalsanız nefesiniz kesiliyor, gözleriniz kararıyor zaman zaman. Bu toprakların sahipleri kim, biz miyiz? Hayır, tam tersi, biz bu toprakların çocuklarıyız, bu topraklara aidiz. Durup kulak kabartırsanız, havasına, suyuna, güneşine yüzünüzü döner, ağacına, kayasına, denizine dokunursanız siz de hissedebilirsiniz, duyabilirsiniz Anadolu’nun sesini. Yüzyıllar boyunca bize kucak açmış, bizi bereketiyle kutsamış bu cömert Ana’nın şarkısını dinlemeye davet ediyorum sizi: bize, çocuklarına sesleniyor, kim olduğumuzu ve nereden geldiğimizi hatırlamamızı istiyor..
Yeryüzünün ve insanlığın evriminde dönüm noktasında olduğumuz ve sosyal ve ekonomik sistemlerin yeniden tasarlandığı bir dönemde, çöküşte olan global ekonomik sistemin Anadolu topraklarında bu kadar yıkıma yol açması çok can acıtıyor. Amacı daha çok tüketim ve sonsuz büyüme olan bir ekonomik sistem ve o sistemin arkasındaki çarpık zihniyet son demlerini yaşıyor artık. Yaşamlarımızı doğayla uyumlu, önümüzdeki nesilleri de düşünerek ve insan yaşamının manevi değerlerini göz önüne alarak tasarlamanın ve yeniden yapılandırmanın zamanı geldi. Bunun için herbirimiz kendimize şu soruyu sormalıyız: Bu kritik dönüşüm sürecinde bana düşen sorumluluk ne, ben ne yapabilirim?
Şimdi uyanmanın ve hatırlamanın tam zamanı! Bu sorumluluk hepimizin…